Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Handan İnci Elçi, Cumhuriyet’e konuştu
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nin (İRHM) geçici sergi salonundaki serginin ku¨rato¨rlu¨gˆu¨nu¨ MSGSÜ Gu¨zel Sanatlar Faku¨ltesi’nden M. Sinan Niyaziogˆlu ve Yasemin Nur Erkalır ile Mimarlık Faku¨ltesi’nden Nezih R. Aysel u¨stleniyor.
Sergi, 1948’de Akademi’nin hafızasına önemli ölçüde zarar veren yangına kadarki do¨neme odaklanıyor. Türkiye’nin sanat yaşamında ve entelijansıyasını oluşturmada önemli yer tutan “d grubu”, “Yeniler”, “Onlar” gibi toplulukların faaliyetlerini, uluslaşma aşamasındaki genç Cumhuriyetin görsel kimliğini oluşturmadaki çalışmalarını seçkin örneklerle izleyiciye sunuyor.
MSGSÜ Rektörü Prof. Dr. Handan İnci Elçi ile, “Temsil ve Hafıza” sergisini ve serginin de biraz dışına çıkarak Türkiye’nin sanat yaşamını konuştuk.
MUTLULUK VE GURUR
– Akademi’nin 142. yılını, “Temsil ve Hafıza” sergisiyle kutluyorsunuz. Öncelikle 142. yıla ilişkin görüşlerinizi almak istiyorum.
Böylesine köklü bir kurumda yönetici olmak başlı başına sorumluluk gerektiriyor ve tabii her şeyden önce mutluluk ve gururu da beraberinde taşıyor. Okulumuz Osmanlı’nın son döneminde, Cumhuriyet’in kuruluş ve gelişme süreçlerinde çok etkin rol oynamış, hâlâ da bu rolünü sürdürmektedir. Kimliği hiç bozulmamış, hiç değişmemiş bir kurum. Dolayısıyla böyle bir kuruma yönetici olarak geldiğinizde her şeyden önce köklü bir mirasın üzerinde olduğunuzu ve onu değerlendirmek gerektiğinin bilinciyle hareket ediyorsunuz. Ben kişi olarak da araştırmacı olarak da arşive, araştırmaya, keşfetmeye ve öne çıkarmaya odaklı olarak çalışırım. Dolayısıyla yönetici olarak bu kurumun başına geçtiğimde de “Elimizde ne var?”, “Ne kadar var?”, “Neyi ne kadar gösterdik ve gösterebiliriz?” diye gerilere doğru gittikçe kurumun tarihçesinin dört başı mamur şekilde kitaplaşmadığını gördüm. Bunu yapmak hep aklımdaydı.
– Nasıl bir yayın bu?
Mart ayı kuruluş ayımız olduğu için her yıl etkinlikler düzenleriz. Geldiğimden beri bu etkinliklerin geçmişi hatırlamak, tazelemek, hatırlatmak ve kayıt altına almak üzerine olması için özel bir çaba gösterdiğimi söyleyebilirim. 140. yılda kutlama programımızı üniversitemizin ilk kurulduğu yerden, Arkeoloji Müzesi’nin karşısındaki ilk binamızdan başlattık ve sonrasını da hafıza tazelemeye yönelik bir geçit töreni gibi düzenledik. Bütün bölümlerimiz 140 yıllık birikimlerini anlatan paneller, söyleşiler hazırladı. Bir sonraki yılı, 141. yaşımızı depremden dolayı kutlayamadık. Bu yıl da kurumun hafızasını daha geniş ölçekte yansıtmak istedik.
– Yangın sonrasından bugüne kadar gelen dönem ile ilgili de bir çalışma olacak mı?
Bu yıl kuruluş tarihimiz olan 1882 ile Akademi yangınına kadar olan 1948 arasını çalıştık. Önümüzdeki yıl kaldığımız yerden devam edecek ve Akademi’nin üniversite olduğu yıla kadarki dönemi ele alacağız. Hepsi tamamlandığında sergiler yayına da dönüşecek eksikliğini çok hissettiğimiz kapsamlı bir kurum tarihi kitabına kavuşacağız. Yine de bazı şeyler hep eksik kalacak çünkü öylesine yoğun bir geçmişimiz var ki… Mimarlık, tasarım, sanatın tüm dallarında öncü olan, ekolleri oluşturan, tavır ortaya koyan isimler hep buradan çıkmış. Bunları anlatmak istediğinizde karşınıza görkemli bir geçmiş çıkıyor. Şimdilik 1948 yangınına kadar getirdik. Az önce de bahsettiğim gibi, aslında tüm bu etkinlikler, kurumu yansıtacak kitabın bir parçası. Bu çalışmaya girişmek, doğrusu çok cesaret gerektiriyordu, bu nedenle de kimse işi üstlenmiyordu. Çünkü geçmişi anlatırken neyi öne çıkarsanız diğeri dışarıda kalacak ve eleştiriye uğrayacak. Nihayet üç değerli hocamızı ikna edebildim ve başladık. Sergiyi teklif ettiğimde Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanlığı yapan Mehmet Sinan Niyazioğlu ile yardımcısı Yasemin Nur Erkalır ve Mimarlık’tan Nezih R. Aysel’e tekrar teşekkür ediyorum.
– 142 yıllık birikimi yalnızca Akademi yangınına kadar olan kısmını bile bir sergiye sığdırmak zor olsa gerek…
Kesinlikle zor oldu. Küratörlerimiz çok çalıştı, az gösterdi diyebilirim. Ama sağlam bir omurga oluşturdular. Önce kronolojik olarak mekân değişiklikleri üzerinden bir zemin hazırlandı. Yani kuruluş yılları, göçebe dönem, kurumsallaşma süreci ve yangın. Sonra bu süreçte geliştirdiğimiz kimliği alt başlıklarla takip ettiler: Rejimin Otoportresinde Görev Almak, Basında Kamuoyu Oluşturmak, Sergi Geleneğini Sürdürmek ve Kurumsal Yayın Politikası Belirlemek. Ayrıca son bölümde dikkat çekici iki ekranımız var. Burada da Akademiye dair tartışmalar farklı bakış açılarıyla yansıtıldı. Bu zorlayıcı sergiyi hazırlarken en büyük destekçimiz de Müdürümüz değerli Hasan Karakaya idi. Kolaylaştıran, çözen ve sabırlı… Sergi düzenlemelerindeki değerli katkısını anmam gerek. Ona ve çalışkan ekibine de ayrıca teşekkür ediyorum.
– Sizin sergi hazırlanırken sizin bir müdahaleniz oldu mu?
Küratörlerimize teşekkür ederim çünkü beni de usulca ekibin bir parçası yapıverdiler, birlikte çalışmaktan çok mutlu oldum. Kurumun geçmişiyle çok ilgiliyim. Korumaya ve iyileştirmeye odaklı çalıştım hep. Depolarımızdaki eski eşyamızı tamir ederek kullanıma kazandırmak da arşivlerimizi dijitalleştirmek de bu anlayışımın yansımaları. Buradaki sergimiz de zaten bir sanat sergisi değil kurumun geçmişinin sergisi. Bu aşamada çok şey öğrendim, öğrenmeye de devam ediyorum. Bir sonraki kuşağa da öğretmek bizim borcumuz.
– Sergiye dahil edemediğiniz ve “Keşke olsaydı” dediğiniz eserler oldu mu?
Neyi alırsanız bir şey eksik kalır, hep de o eksik görülür. Ama bu sergiyi gezenler şunu göz önünde bulundurmalı: Her seçme bir geriye bırakmadır. Sergiyi hazırlayanlara güven duymak lazım. Üçü de kurumun geçmişine hakim alanlarında yetkin hocalarımız. Sadece daha fazla görünsünler diye İnas (kız) Mektebi’ne, ressam Mihri Hanım’a ve Tezyini Türk Sanatlarının temsiline ufak eklemeler yaptırdığımı söyleyebilirim.
-Peki şu an sergilenenler arasında, en beğendiniz eser/eserler nedir?
Elbette bu kurumu 142 yıldır oluşturan ve geliştiren her döneme, herkese sonsuz saygım var ama Mihri Hanım’ı pek önemserim. Halef selef ilişkisi de hissederim onunla. Çünkü Akademi’nin ilk kadın yöneticisidir (1915), ben ikinciyim. Dolayısıyla onu bu kurumda daha fazla görünür kılmak isterim. Adını taşıyan bir mekânımız yok mesela, bunu yapabilmek isterim. Ama benim için serginin en anlamlı objesi, başkalarına da örnek olmasını dilediğim bir sürecin sonunda elimize ulaşan kitaptır.
Pandemi sonlarında bir gün Üsküdar sahaflarından, Bahtiyar İstekli aradı beni. “Elimde kurumunuza ait bir kitap var” dedi. Getirdi, baktım üzerinde yanık izleri var. Daha kıymetlisi içerideydi. Kapağını kaldırdığımda “Bu kitap Akademi yangınından kurtulmuş talihlilerdendir” diye 3 nisan 1948 tarihli bir not. Yangından hemen iki gün sonra yazılmış. Ve daha da kıymetlisi not hocamız ressam Cemal Tollu’ya aitti. Bu kitabı hiçbir şey talep etmeden kurumumuza bağışladı Bahtiyar Bey. Buradan da tekrar teşekkür ediyorum. Bu değerli jestinin elinde kurumumuza ait fotoğraf ve belge bulunduranlara da örnek olmasını dilerim.
‘ELEŞTİRİMİZ GERİLEDİ’
– 1990’lı yılların en önemli sanat tartışması Akademi’de başlamıştı. “Soyut sensin, figüratif babandır”, o meşhur manşet. Şimdilerde Akademi’de düzey bu olmasa da sanat tartışmaları devam ediyor mu?
Ah ne güzel günlermiş… Keşke öyle tartışmalarımız olsa şimdi! Sadece güzel sanatları değil edebiyatı da içine alarak söyleyeyim, eleştiri konusunda cesaretimizi kaybetmiş durumdayız. Kötüye kötü diyemiyoruz. İyiye iyi derken, başka bir taraftan “Sen neden bunu söyledin?” tepkisiyle karşılaşıyoruz. Çünkü ortalıkta tuhaf bir kutuplaşma ve edebiyat-sanat dışı dayanışma var. O cesareti gösteren insanları özlüyorum. Sosyal medya linç kampanyaları eleştirmenleri yıldırıyor. Metne ve esere odaklanarak, edebiyatın ve sanatın değerlerini her şeyin üstünde tutarak konuşabilelim, tartışabilelim isterdim.
– Kurum içerisinde böyle bir durumla karşılaştınız mı?
Çok değil.. Ama son sergimizden birinde şöyle bir durumla karşılaştık aslında. Seçkin Pirim, bizim okulumuzdan mezun, kendini ispatlamış, ülke dışında da bilinen bir sanatçı. Burada sergisini yaptık. Bazı heykellerini de dışarıda, müzenin önünde sergiledik.
ŞİKÂYET!
Derhal, sosyal medya üzerinden, kurum içerisinden insanlar eleştirimeye başladı, hatta ilginçtir onları Müzenin önünden kaldırın diye cimer şikayeti bile yapıldı. Ama ben şunu beklerim: Sen bunu bir metine döksen, o metine argümanlarını koysan, sanat tarihinin içerisine yerleştirsen, düşünceni somut örneklerle verebilsen şapka çıkarırım. Katılmasam bile “Bravo, nitelikli bir eleştiri” derim. Ama bir tvvitter üzerinden “Yakıştı mı İRHM’ye” cümlesiyle eleştiri olmaz. Bir dakika, “Neden yakışmadı?”, “Yakışması için ne gerekiyor?” Bunların yanıtını verebilir misin? Bu eleştirinin bir temeli olmalı. Teorik bir altyapı oluşturmalısın, argümanlarını somutlaştıracaksın, iyi bir dille yazacaksın. Bu bir emek ve zahmet işidir, kolayı seçmemek gerek. Eleştirimiz sosyal medya diline teslim olmamalı.
-Bahsettiğiniz teorik altyapılı eleştirilerin yaşaması ve yayılması için bir çalışma düşündünüz mü?
Sosyal Bilimler ve Mimarlık alanlarında dergilerimiz var ama Güzel Sanatlar alanında yok. Geldiğimden beri “Lütfen bir dergi çıkaralım, bir enerji oluşsun, sanat üzerine görüşler ortaya konsun, Akademi geçmişte de yaptığı gibi çağın sanat gündemini oluştursun, bizdeki ve dışarıdaki sergileri de yorumlayalım, eleştirelim” diyorum ama harekete geçen olmadı. Sanat ortamları bir mayın tarlası. Her sergide birinin işi var. Kimse kimseyi eleştiremiyor. Tatsız, ruhsuz bir şeye dönüşüyor o zaman yazılar. Fısıltı eleştirisi ya da sosyal medya eleştirisi başlıyor bu defa. Aynı şey başka alanlarda da geçerli ama sanat ve edebiyatın gelişmesi nitelikli, yazılı, kalıcı eleştiriyle mümkündür.
‘KAYIP 404 ESER VURGUSU RAPORDAN ÇIKTI’
– Biliyorsunuz, bir Sayıştay Raporu vardı. 404 adet eserin Müze’de olmadığı ile ilgili. 2023’te yayımlanan raporda o yoktu. Konuyla ilgili gelişmeleri aktarır mısınız?
Ben daha rektör olmadan önce bu bulgu Sayıştay’da vardı. Göreve atandıktan hemen sonraki Sayıştay çalışmalarına da aynı bulgu girmesin diye o zamanki müdürümüz, bu 404 eserin bizim kayıtlarımızdan çıkarılması gerektiğini söyledi. Doğrusu da buydu, çünkü eserler gönderilmiş ancak envanterden düşülmemişti. Ancak ben bu işlemi yapmadan önce konuyu derinlemesine incelemek istediğim için uygun bulmadım. Bu bulgu o yıl da kaldı raporda.
MÜZELER VE GALERİLER…
Müzeyi açtık, arşivimizi dijitalleştirdik. Bütün verimizi incelikle takip edebilecek hale geldik ve ortaya şu sonuç çıktı: 404 eserin 377 tanesini Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yürütülen resmi yazışma süreçleriyle, ülkemizde müzelerin ve galerilerini yaygınlaştırma politikası doğrultusunda Ankara Resim Heykel Müzesi, İzmir Resim Heykel Müzesi gibi müzelerin kurulması için ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinde galeriler açılması amacıyla istenmiş ve en son 1986 yılı olmak üzere bu talepleri karşılamışız. Geriye kalan 27 eserden 4 tanesinin 1980’lerin başında çalındığı bulgusu var. Bir eser mükerrer kaydedilmiş ve bir de sanat eseri olmadığı komisyon kararıyla belirlendiği için listeden çıkarılan eserimiz var. Geriye kalan 21 eser için de araştırmamız sürüyor. Bunları Müze’nin internet sitesinde tek tek kamuoyuyla paylaştık. Sayıştay bu gelişmelerden sonra 404 eser bulgusunu rapordan çıkardı. Sayıştay’ın son raporu ortada olduğu halde bunun tekrar tekrar konu edilmesi üzücü. Ayrıca bakın, evet bu konu elbette takip edilmeliydi ama Müze’nin geçtiğimiz yıl koleksiyonuna bağış yoluyla kazandırdığı 700 kıymetli eseri de aynı şekilde haberlere konu etmek gerekir. Büyük bir başarıdır bu. Bağışçılarımız sayın Lale-Cengiz Akıncı çiftine de buradan tekrar teşekkür ederim.
– Son olarak, Artı 700 sergisi açılışında, Müze’de ses sorunu olmuştu ve siz, “Belki bir bağışçı çıkar da ses sistemi bağışlar” demiştiniz. Bağış yapıldı mı?
Hâlâ gelmedi, bekliyorum.
– Bu okul nihayetinde devlet okulu. Devlet bunu karşılayamaz mı?
Devletin üniversitelere ayırdığı bütçeler var. Müze’ye de inşaatı sürecinde ciddi bir bütçe aktarılmış. Ancak Müze açıldıktan sonra işleyişinin artık başka bir zemine oturması gerekir. Öte yandan üniversiteye aktarılabilecek kaynaklarımı Müze için kullanmak ne kadar doğru? Bu Müze üniversitenin dışındaki kurumlar, kuruluşlar, kişiler tarafından desteklenmeli. Arkasında güçlü ve devamlılık arz eden bir sermaye olmadan Müze yönetmek hiç kolay değil. Kadrosuyla, harcamalarıyla büyük bir bütçe istiyor. Müze ekonomik olarak güçlenirse daha nitelikli hizmet sunabilir. Daha restore edilmesi gereken nice eserimiz bekliyor depoda. Bunları da görmek istiyorsanız Müze’yi desteklemelisiniz. Örneğin bir eserin restorasyon masrafını üstleniyorum diye bağış yapabilirsiniz. Sürdürülebilirlik çok önemli ve hepimiz bu müzeye katkı sunmalıyız.